12 Mayıs 2007

şehitlerimizden daha büyük değiliz

Siyasetimizdeki kirlilik geçen sene okuduğum bir kitabı ve onun içinde yazılı bazı satırları aklıma getirdi;


Kurtuluş savaşının en zor dönemleridir. Türk ordusu güç bakımından kendinden kat kat üstün Yunan ordusu karşısında savaşmaktadır. (bir Yunan tümeni 11.000 – 13.000, Türk tümenleri ise en çok 5.000 kişiden oluşmaktaydı) Yunan ordusunun arkasında Avrupalı hamileri, bu hamilerin başı da manevi ve maddi hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan İngiltere. Türk ordusunun arkasında ise yıllardır tüm varını yoğunu gençlerini süregelen savaşlara feda etmiş yoksul bir Anadolu.


Ordu Yunan ordusunun 10-24 temmuz günleri arasındaki saldırısından sonra Afyon, Kütahya ve Eskişehir den çekilmiş. Bu arada 1,643 şehit, 4,981 yaralı ve 374 esir vermiş, 18 top, 47 ağır, 34 hafif makineli tüfek kaybetmişti. Hepsi bu kadar mı? cehalet ve halifenin ayartması sonucu 30,809 asker üstelik bunların 30,122 si (o dönem ki ordunun yarısı) tüfeği ile kaçmıştır.


Bu karamsar tablo sadece o sıkıntılı dönemin kısacık bir özetidir. Peki bunu ne için anlattım. Bunu aşağıda yapacağım alıntının daha iyi kavranabilmesi için anlattım.

Bu durumda Büyük Millet Meclisi;


Hükumetin isteği üzerine gizli oturuma geçmişti. Tutanak katipleri ve dinleyiciler salonu boşalttılar. Katiplerin yerini hızlı yazan Milletvekilleri aldı. Fevzi Paşa kürsüye geldi. Tıraşı uzamış, uykusuz ve yorgundu. Bozguncuların ortaya çıkması olasılığının belirdiğini söyleyerek, Konya ve Kastamonu bölgelerinde iki İstiklal Mahkemesinin kurulup ordunun sağ ve sol kanatlarının güven altına alınmasına gerek gördüklerini belirttikten sonra asıl konuya girdi:

Düşman Ankara'nın batısında, Sakarya mevzilerinde karşılamaya hazırlanıyoruz. Fakat biz Ankara da kaldıkça, ordu, daima Ankara'yı korumak zorunluluğu duyacak ve serbestçe savaşamayacaktır. Bakanlar kurulu, orduyu manevralarında serbest bırakmak için hükumet merkezimizin Kayseri'ye naklini uygun görmektedir.”


Bir şaşkınlık sessizliğinden sonra meclis patladı:

Hayırr ! Aslaaa! Olamaz öyle şey!"


Çoğu ayağa kalkmıştı. Bazıları sıraları yumrukluyordu. Fevzi Paşa konuşmasını gürültüler arasında sürdürerek sözünü zorlukla tamamlayabildi:

Bu hususun karara bağlanmasını rica ediyorum".

Kürsüden indi. Erzurum millet vekili Durak bey (Sakarya) kürsüye yürürken bağırdı:

Söz istiyorum!”


Oturumu yöneten Dr. Adnan bey in cevabını beklemeden kürsüye çıktı:

Efendiler! Biz bu davaya başladığımız gün, elimizde ne böyle bir ordu vardı, ne bu kadar silah. Bu gün eskiye nispetle çok kuvvetliyiz. bu sebeple bakanlar kurulunun önerisini reddediyorum.”



Alkışlar yükseldi.

..halk gidebilir. ailelerimiz gidebilir. memurlar gidebilir. herkes gidebilir..”


cebinden silahını çıkarıp kürsünün üstüne koydu:

..ama biz, elimizde silah, burada öleceğiz. Hiçbirimiz şehitlerimizden daha büyük değiliz.”


o dönem ki anlayışa bakar mısınız? Bize ülkemizi kazandıran meclise ve vekillerine bir bakın. Bir de şimdiki vekillere bakın. En ufak bir benzerlikleri var mı? Bu karakterli ahlaklı insanlarımız nerede? Bu gün hiçbir zorluğumuz yok. Müthiş bir gençliğimiz ve ülkemize yetecek yer altı ve üstü zenginliklerimiz mevcut. Tüm bu varlığımız şuan ki kısır döngüye akıp gidiyor. Halkımız sürekli kaybediyor. Kazananlarsa tüm yanlışlarına rağmen bu sistemi işletenler ve bi avuç mutlu azınlık. Halkımız tüm fedakarlığına rağmen ülkesinde azınlıktır. Artık her hangi bir dünya görüşü veya sempatizanlığı kenara bırakın. bize layık olacak insanları seçelim.


alıntı: Şu Çılgın Türkler - Turgut Özakman


not: başka bir yazıda Sayın Turgut Özakman'la aramızda geçen bir görüşmeyi anlatacağım.


Hiç yorum yok: